Rahmetli Ahmet Güvendi
Çobanlık Hatıraları - 2
2. HATIRAT / ÇOBANLIK DÖNEMI
Arap karyesi , Bakırlı köyünden Aşşık Osman ın oğlu Ahmet Güvendi nin 82 yaşında kaleme aldığı yaklaşık 50 sayfadan oluşan kendi yaşantısından bazı kesitleri ve hatıratlarını toparlamaya çalıştık, bazı kısımlar manayı değiştirmeden hikaye edilmiştir.
2. HATIRAT ÇOBANLIK DÖNEMİ
Yıl 1945 - 1948 Köy o zamanlar kalabalık topraklarımız bereketliydi. Eskiden dağlara çok kar yağar , yazın ortasına kadar dağın suyuyla Rahminin değirmeni çalışır dönerdi. Ovada ki iki değirmeni döndürecek kadar su vardı , bu su şimdi azaldı kayboldu gitti.
Elektrik yok , televizyon yok , radyo yok dünyadan bi haber yaşardık . Ama zaman öyle de olsa geçiyordu , böylede olsa geçiyordu. Herkesin kendine göre bir meşgalesi , uğraşı vardı, köyde hayat hep koşturmayla devam ediyordu.
Köyün sığır çobanlığı fakir kişilere verilir , çobanlık yapanların eşleri köyden köylüden ekmek toplarlardı.
Güdük Hüseyinin hanımı soluk benizli hatçe ,
Aşşık osmanın hanımı yani anam emine güvendi / okçu ,
Bilalin hanımı hatce oğlu kadir ,
Danacı Zalif , Danacı Fevzi bu kişilerle hep çobanlık yaptık.
Bir gün babam bostan sulamaya gideceği için eli bastonlu Zalif dede ile sığır çobanlığı bana düştü. Sığır ereğinden sığırı önümüze kattık , oluklu , geliyır , hasandurağından çaparönüne doğru hayvanları güde güde kayakulu çeşmesine kadar geldik malı , sığırı orada yatırdık. Öğle vaktiydi ve acıkmıştık, Zalif dede eşeğin şiltesine asılı çıkından iki kuru bazlama , heybenin içinde bulunan depniden biraz yoğurt çıkardı.
Zalif dede elindeki bastonu kaldırıp bağları işaret ederek ; “ Yalama Ahmet ( benim köydeki lakabım) git kaz gilin cehennemin bağından biraz üzüm al gel “ dedi.
Hava kavurucu sıcak olduğu için babamın İzmir den getirdiği bir rus şapkası vardı başımda. Elimde iğdeden yapılı bir sopayla yöneldim bağlara doğru. Bağa vardım sağa – sola baktım kimsenin olmadığına emin olunca daldım bağa , şapkayı başımdan çıkardım alabildiğince üzümü doldurdum . Zaman harman zamanı , Cehennemin harman yeri geliyır , sarı tepe civarındaydı. Cehennem harman yerinden beni görmüş ama ben onu görmemiştim . Cehennem avazı çıktığınca korucu gümelesine doğru bağırdı, o zamanlar korucu Solak ile Karabiberdi .Tabii çocukluk daha 10-12 yaşlarındayım korktum panik yaptım üstüne cehennem bağırmaya devam edince , aldığım üzümleri iğdenin dibine kuru otların arasına döktüm , bağlar arasından başladım kaçmaya , korucular arkada ben önde yardıra yardıra kaçmaya devam ettim . Koşarken ayağımdan çarık fırladı gitti o korku ile dönüp alamadım. Ben koşmaya onlar “ dur lan kaçma , dur lan kaçma “ nidalarıyla yakalamaya çalışıyorlardı. Ayağımda çarık olmadığı için hızım kesilmiş, aradaki mesafe daralmaya ve arkadaki korucuların bağrış sesleri ve kuru ot ve dal parçalarından gelen sesler iyice belirmeye başlamıştı. Çarığımın teki olmadığı için koşamıyor ve korkumdan arkama da bakamıyordum , hasan durağı Hüremin evinin bulunduğu mevkide beni yakaladılar. Solak la Karabiber beni orada bi güzel haşladı. Bana göre aldığım , onlara göre çaldığım üzümleri sordular , önceleri inkar ettim ama nafile “üzümler nerde , nere koydun , nere sakladın “ diye sıkıştırmaya, tartaklamaya başladılar çocuğuz tabii korkunca konuşmaya , dökülmeye başladık , itiraf edince büyük cürüm işlemişim gibi solak beni tuttu , karabiber cebinden çıkardığı okcur ıle ellerimi arkadan bağladı.
Köyde herkesin bir lakabı olurdu banada yalama amet derlerdi. Dudaklarım kuruyup çatladığı için çok acır sızlardı devamlı dilimle dudaklarımı ıslattığım ıcın köyde lakabım yalama Ahmet kaldı.
Solak “yürü lan yalama amet” dedi , ben önde onlar arkada üzümü döktüğüm yere oradan da uluyola aşağı korucu gümelesine doğru yürümeye başladık . Kaçarken çarığımın biri düştüğü için yalın ayak sekerek gidiyordum , Solak habire elindeki değnekle böğrüme dürtüp yörü yörü daha seninle işimiz var asıl hesabı kulübede vereceksin dedi. Korucu kulubesıne geldık , ellerımın bağlılığı yetmıyormus gıbı taş duvarı tutan tahta direğe bir esir gibi bağladılar beni , aradan yarım saat geçmedem köyden Kel Arifin hanımı Fadik hala çıka geldi ,Kel Arifin arıları vardı, fadik hala gelirken yanında bal getirmiş, koruculara bir dirhem verdi ve “ salın bu sabiyi , çocuktur affedin “ dediyse de bırakmadılar. Solak , Karabibere “getir şu balı kerahatin dudaklarına çalalım tam yalama amet olsun” dedi kahkaha attı ve Solak parmakladığı balı dudaklarıma çalmaya ben çırpındıkça bal yüzüme gözüme bulaştı, sinekler böcekler yüzüme gözüme ilişmeye başladı , ellerim bağlı , vücudumda tahta direğe sıkı sıkı bağlı olduğu için hareket edemiyordum. İbret olsun diye bu şekilde bir saate yakın beni orada tuttular sonra karabiber beni salıverdi .
Solak kösteğin aralığını göstererek köşedeki bağdan istediğin kadar üzüm al git bi daha kimsenin bağına bostanına girme diyerek gönderdi . Sonra dan öğrendim ki son gönderdikleri bağ da Kelhasanların hoca gilinmiş. Haklarını helal etsinler.
Bağdan üzümleri aldım düştüm sığırın peşine , Zalif dedeye olanları anlattım , Zalif dede açtı ağzını yumdu gözünü tabii küfürün biri bin para bağırdı çağırdı sakinleşince sustu. Baktı ayağımın birinde çarık var diğerinde yok , çarıksız ayağımdan akan kan toz toprak birbirine karışmış , Zalif dede bazlama sardığımız çulu parçaladı , eşşeğin yularında ki urganı liflerine ayırıp ip haline getirdi ayağımı iyice sardı.
Babam bostanı sulamış olmalı ki yanımıza geldi , bu sefer de Zalif dede köyde işim var diyerek bastı gitti. İkindi vakti sığırı büyük meydancıktan köye doğru sürmeye başladık artık eve dönüyorduk.
Zalif dede yanımızdan ayrılmadan evvel “ Kazın Yusufun yani nallıların ineği buzalacı aman ha onu ihmal etmeyin “ demişti. Babamla sağa baktık sola baktık ama nallıların ineği sürünün içinde yoktu.
Babam “ Ahmet sen ineklere mukaat ol ben bi dolanıp geleyim” dedi yanımdan ayrıldı. Koca köyün sığırı artık benim sorumluluğumdaydı. Yaralı ayağımla sekerek bi sağa bi sola koşup sürüyü diri tutmaya çalışıyordum ki , Kelhasanların buza muslu bahçesine yukarı böğelek tutarak fırladı gitti, arkasından Lehbi çavuşun buzası hepsi bir kıra dağıldı gitti.
Bir yandan ayağımın acısı , bi yandan korucuların bal çalıp böcek ısırmasından dudaklarımın sızlamasına, diğer bir yandan sürünün dağılması beni iyice daraltmıştı , oturdum ahlatın gölgesine ağlamaya başladım.
Babam kucağında buza arkasında inekle çıka geldi. Gıyıma geldi oturdu. Velinin dam yaptığı dereden topladığı kirazlardan elime verdi , eliyle saçımı okşadı ağlama dedi ama boğazım düğüm düğüm olmuş konuşamıyor ağlamaya devam ediyordum . Baktım babam da ağlamaya başladı niye ağladı anlam veremedim. Babamın ilk defa ağladığını orada görmüştüm.
Ahlatın dibinde baba oğul ağlıyorduk , şimdi düşünüyorum da babam niye ağladı bilemedim , ayağımı kan revan içinde gördü onamı ağladı , köyün çobanlığını yapmak zor işti ona mı yanıyordu, yoksa üç guruş ve iki hak ekin için insanların tafralarından sıkılıp hayat ona da çekilmez hale geldiği için mi ağlıyordu bilmiyorum ama köyde geçim zordu.
Hele kış mevsiminde hayat , iaşe daha zor ve çetindi. Kışın sonuna doğru ambarlar boşalır , ekmek yapacak unumuz kalmazdı , ekmek yapsak ta o ekmeğin yanına katacağımız ne peynırımız ne de doğru durust bır katığımız vardı. Yokluklar içinde mücadele ile geçerdi hayat. Kimi zaman sofra kurulunca anam sofra tablasının ortasına bir kase ayran yapar bayat bazlamaları dişlerimiz kesmediği için ayrana bandıra bandıra yerdik , bazan da anam kuru bazlamayı ayranın içine doğrar tahta kaşıkla onları yerdik , babam sofraya sonradan otururdu yemezdi , baktık biz doyduk sofradan kalkmaya yakın oturur kasenin dibinde kalan lapa olmuş ekmekli ayrana biraz daha su katar , kaseyi eliyle tutar ağzına götürürdü. İşte sıradan ana baba şefkati belki kendileri aç yatıp aç kalkıyorlardı , bilmiyorum , bilemiyorum küçük yaşta onları düşünecek kadar akli müvazenem yoktu amaa şimdi ben baba olunca , babamın o hallerini daha iyi anlar oldum..
Vayyy canm babam vayyy. Allah sana ve akranlarına , rahmet etsin, baksana kimler geldi geçti bu diyardan , Cehennem , Lehbi Çavuş , Lehbi Çavuş kardeşi Ali , Çakırın Amet , Hatıpların Omar , Çil Hasan ,çil Hasan oğlu Mustafa , Pirecük dayım , Höçünün Omar , Danacının Zalif , Danacının Fevzi , Fatmaların Kamil , Şak şakın Şükrü , Hakkı Cimbar (rahmet olasıca , az iyiliğini görmedim ( Hakkı cimbardan için yazmış )), solak , karabiber , Mustafa Keleş dayım , Şak şağın Muzaffer , Kelhasanların Mehmet Özmen , Velinin Ali , Akıllı , Topalın Adem , Çerkeşlerin Kamil çavuş , Çerkeşlerin tavukçu Hasan , Hacı Sadık , Uzun Hamdi , Gıçıgüdük , doktor Yusuf Dedem , Ayşe ebem , Mehmet oflaz , Hakkı Kurt , Kara osman dayım , Kamil Cimbar hepsine Allah rahmet etsin ve nicelerine rahmet etsin, şimdi aklıma gelenler bunlar gelmeyenlere de rahmet etsin.