Doç.Dr. İbrahim AKYOL
Medine-i Münevvere Müdafii ve Çanakkale Savaşı Gazisi Hacı Kerim OFLAZ
MEDİNE-İ MÜNEVVERE MÜDAFİİ VE ÇANAKKALE SAVAŞI GAZİSİ: HACI KERİM OFLAZ
Video İçin Linki TIKLAYINIZ
Tarih sadece büyük şehirlerde, büyük medeniyetlerin kurulduğu ovalarda, yerleşim yerlerinde yaşanmaz. Tarih, kültür, medeniyet, sanat… insanın olduğu her yerde, her zamanda vardır ve yaşanmaktadır. Büyük şehirlerin dinamik ve devingen tarihi ve kültürü olduğu gibi taşranın, küçük yerlerin de kendi içerisinde aktif ve dinamik bir yapısı vardır. Nasıl ki okyanusları, denizleri besleyen nehirler, ırmaklar, dereler ise büyük medeniyetleri, kültürleri ve tarihleri de yazan, yapan ve besleyen -ırmaklar ve dereler gibi- küçük şehirler, kasabalar ve köylerdir. Bu büyük okyanusları besleyen küçük derelerden birisi de Şabanözü’nün Bakırlı (Arap) köyüdür ve köyde yetişen nice isimsiz kahramanlardır. Bu isimsiz kahramanlardan birisi de Hacı Kerim Oflaz’dır. Yamuklar sülalesinden Mustafa- Hafize çiftinin oğlu Kerim, 1891 yılında doğmuştur. Bu bilgi, Kastamonu Vilayeti, Kengırı Sancağı, Şabanözü Nahiyesi, Rûmî 1307 / Miladi 1891 doğumluların askerlik yoklama defterinde; “Yamuk oğlu Kerim bin Mustafa” (Yamukoğlu sülalesinden Mustafa’nın oğlu Kerim) şeklinde geçmektedir. Mustafa oğlu Kerim’in medrese mezunu olduğu anlaşılmakta, bunu yakınları da belirtmesine rağmen hangi tarihte ve nerede eğitim gördüğü ile ilgili bilgiye ulaşılamamıştır. Askerlik görevine nerede başladığını bilmiyoruz. Ancak Çanakkale cephesinde bulunduğunu, düşmanla kucak kucağa savaştığını başlarında bir Alman komutan olduğunu, onun emrinde tüneller kazarak oraları patlatarak düşmana epey zayiat verdiklerini sözlü kaynaklardan biliyoruz. Yamukoğlu Kerim Oflaz’ın oğlu olan merhum Niyazi Oflaz (d.1929-ö.2010) şöyle anlatmaktadır: “Babamı Çanakkale cephesine göndermişler. Büyük amcam Haşim Oflaz da askerliğini uzun yıllar çeşitli cephelerde yapmış. Babamın anlattığına göre, köyden ve ailesinden 3 yıldır haber alamamış. Anlatırdı hep o günleri. Çanakkale’ye gittiğinde Seddülbahir denilen bölgede istihkâm askeri olarak görev yapmış. Başlarında bir Alman komutan varmış. Onun emrinde tüneller kazarak oraları patlatmışlar, düşmana epey zayiat vermişler. Bir gece istirahata çekildiklerinde, ilerden bir subayın askerine emir verdiğini duyar: “Yamuk oğlu Haşim onbaşı! Manganı al, biraz öte git.” Bunu duyan babam heyecanlanıp bağırmış: “Kumandanım! Yamukoğlu mu?” Bu sırada Haşim amcam, babamı sesinden tanımış. “Kerim!” diye bağırmış. Babam da “abi!” diye cevap vermiş. Babam kumandanına durumu anlatmış, üç yıldır ailesiyle ve abisiyle görüşemediklerini söyleyip abisinin yanına gitmek için izin istemiş. Kumandanı da izin vermiş ve iki kardeş orda buluşup hasret gidermişler. Babam ile Haşim amcamın Çanakkale’de buluştukları gecenin sabahında olsa gerek. Rahmetli Hafize ninem (d.1863-ö.1931) eşi Mustafa dedeme demiş ki: “Allahu âlem, bu gece bizim çocuklar birbirleriyle buluştular.” O geceden sonra Haşim amcam ile babam askerlik süresince bir daha görüşememişler. Cepheden cepheye gitmişler. Ancak savaş bitip köye döndüklerinde görüşebilme imkânı bulmuşlar.” Kerim Oflaz, Çanakkale savaşlarının sona ermesinden sonra 1916 yılında askeri birliği ile birlikte Hicaz bölgesine Medine-i Münevvere’ye gönderilir. MEDİNE MÜDAFAASI İngiliz ajanı olan Lawrence, I. Cihan Harbi yıllarında Hicaz bölgesinde bulunuyor ve “Osmanlı, Müslüman olmayan Almanya ile ittifak yapıyor, yakında Almanlar Mekke ve Medine’ye de girecektir” şeklinde propagandalarla Arapları Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtıyordu. Bunun üzerine İngilizlerle anlaşan Mekke Şerifi Hüseyin’in isyana hazırlandığı haberinin alınması üzerine Fahreddin Paşa, Dördüncü Ordu kumandanı Cemal Paşa tarafından Medine’ye gönderildi (28 Mayıs 1916). Fahreddin Paşa 31 Mayıs’ta Medine’ye ulaştı ve Şerif Hüseyin’in birkaç gün içinde isyan edeceğini Cemal Paşa’ya bildirdi. Şerif Hüseyin ve dört oğlu, Haziran ayında Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlattılar. Ardından Medine karakollarına saldırdılar. Ancak Fahreddin Paşa’nın aldığı tedbirler sayesinde geri püskürtüldüler. Başlangıçta âsilerin sayısı 50.000, bütün Hicaz bölgesindeki Osmanlı askerinin sayısı 15.000 civarındaydı. Fahreddin Paşa hemen karşı harekâta başlayarak çeşitli mevkilerdeki âsileri yenilgiye uğrattı. Arkasından yeni birliklerle takviye edilen Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi kumandanlığına tayin edildi (15 Temmuz 1916). Âsiler, 9 Haziran’da genel saldırıya geçerek 16 Haziran’da Cidde’ye, 7 Temmuz’da Mekke’ye, 22 Eylül’de de Tâif’e girdiler. Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine dışındaki hemen bütün büyük merkezler âsilerin eline geçti. Bu sırada Kanal Harekâtı bütün şiddetiyle devam ettiğinden Osmanlı Devleti Hicaz’a asker gönderemiyordu. Fahreddin Paşa elinde bulunan son derece kısıtlı imkânlarla Medine’yi iki yıl yedi ay boyunca müdafaa etti. Fahreddin Paşa Medine’yi savunabilmek için İstanbul’dan devamlı takviye kuvveti istiyor, Osmanlı hükümeti de onun isteklerine cevap verebilecek durumda olmadığını bildiriyordu. Osmanlı hükümetinin Hicaz’ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine Fahreddin Paşa, herhangi bir yağmaya karşı Medine’de Hz. Peygamber’in mezarında bulunan mukaddes emanetleri bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdi ve otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderdi. Fahreddin Paşa ve askerleri bir taraftan düşmanla, diğer taraftan açlık ve hastalıkla mücadele ederken Osmanlının Kanal Harekâtı felâketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en yakın Osmanlı kuvvetleri Medine’den 1300 km. uzakta kalmıştı. Bu sırada Osmanlı Devleti mağlûp olmuş ve Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştı (30 Ekim 1918). Mütarekenin 16. maddesine göre teslim olması gereken Fahreddin Paşa buna yanaşmadı. Medine-i Münevvere’yi teslim etmemek için çok uzun uğraşlar verdi. Askerlerin çoğunun hasta olmasına, cephane, ilâç ve giyecek stoklarının bitmesine rağmen direnmeyi sürdürdü. Ancak sonunda kendi subaylarının da baskısı ile teslim olmaya rızâ gösterdi. Şerif Abdullah’ın kuvvetleri antlaşma gereğince 13 Ocak 1919’da Medine’ye girdi. Böylece Mondros Mütarekesi’nden yetmiş iki gün sonra Medine teslim edilmiş oldu. Fahreddin Paşa savaş esiri olarak önce Mısır’a daha sonra da Malta’ya sürgün edildi. 1921’de Ankara hükümetinin gayretleriyle Malta sürgününden kurtulabildi. Kerim Oflaz, Medine müdafaasında yaveri olmamasına rağmen daima Fahreddin Paşa’nın yanında, maiyetinde bulunmuştur. Bu süreçte çok istemesine rağmen Mekke’yi ziyaret edememiştir. Fahreddin Paşa Mısır’a esir olarak gönderilirken Kerim Oflaz’ın da yanında olduğu anlaşılıyor. Daha sonra Fahreddin Paşa Malta adasına, Kerim Oflaz ise bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Yanya’ya gönderilmiş ve burada İngilizlerin elinde 3 yıl esir olarak kalmıştır. Fahreddin Paşa Malta’da 3 yıl sonra esaretten kurtulurken Kerim Oflaz da aynı yıl esaretten kurtulmuş ve köyüne dönebilme imkânı bulmuştur. Hicaz bölgesinde özellikle Medine-i Münevvere’de bulunduğu için artık Hacı Kerim lakabı ile anılmaya başlanır. Hacı Kerim köyüne döndüğü yıllar Milli Mücadele’nin en zorlu yıllarıdır. İçinde Bakırlı Köyünün de bulunduğu yoldan Ankara’ya cephane taşınmaktadır. Özellikle İstanbul’dan düşman işgalinden kaçırılan cephaneler ile, Türkistan bölgesinden Rusya üzerinden gönderilen cephaneler Karadeniz’de İnebolu’ya ulaşmakta, buradan kağnılarla Kastamonu, Ilgaz üzerinden Çankırı’ya gelmektedir. Çankırı’dan sonra yol ikiye ayrılır: Asıl yol Çankırı, Tüney, Çandır, Kalecik üzerinden Ankara’dır. Diğeri ise Çankırı’dan sonra Yanlar köyü, Eldivan, Saray köyü, Arap köyü, Mart, Çandır üzerinden Kalecik’tir. Bakırlı köyündeki Merakların evi geçici sıhhıye evi olarak kullanılırdı. Bu evde, kafiledeki hasta, yaralı varsa tedavisine yardımcı olunurdu. Hatta köyün alt kısmında bulunan Aktaş denilen mevkide kazanlar kurulur, bu sıhhıye evinde geçici olarak kalan hastaların çamaşırları, yatakların çarşafları vs. köylüler tarafından yıkanır, temizlenir ve öylece uğurlanırdı. Eğer köyde hastalıktan veya herhangi bir sebepten ölen asker veya yolcu olursa bunlar da “ova mezarlığı” denilen mezarlığa gömülürdü. Yanya’daki esaret hayatından Ankara hükümetinin katkılarıyla kurtulan Hacı Kerim Oflaz, köyüne döndüğü zaman boş durmaz ve İstiklâl Yolundaki cephane taşımaya bizzat iştirak eder. Çankırı’dan aldığı cephaneyi Bakırlı köyüne getirir, ertesi günü oradan alıp Kalecik’e ulaştırırdı. Hacı Kerim’in annesi Hafize Nine eşi Mustafa ile bu dönemde ailece yaylada yaşarlarmış. Cephane sevkiyatının olacağı zamanlarda yaylada ince ekmek, bazlamaç yapar, yanına da bir bakraç yayla yoğurdundan ayran yapıp Uluyol’un kenarına Kapıkaya denilen mevkie gider, oradan geçen cephane taşıyanlara ekmek ve ayran ikram edermiş. Eşi ise zaman zaman “Kadın! Hırlısı var, hırsızı var, arlısı var, arsızı var. Her zaman bunu yapma” dese de Hafize Nine aldırmaz, fırsatını buldukça bu görevini yerine getirirmiş. Milli Mücadeleden sonra köyünde çiftçilik yapan Hacı Kerim, bir gün Çankırı’ya gider. Namazını Büyük Camide kılar. O gün Fahreddin Paşa Çankırı’ya, Büyük Camiye gelmiş ve etrafını büyük bir kalabalık sarmıştır. Onu görünce çok sevinmiş hemen yanına varmak ister. Ancak bir Paşasının üstüne bir de kendi üstüne bakar. Köyden gelmiştir, fakirdir, üzerindeki eski elbiselerle Medine-i Münevvere’de Hz. Peygamberimizi beraberce müdafaa ettikleri Paşasının yanına varmaya utanır, çekilir. Mahcubiyetinden yanına varamaz. Uzaktan seyreder bir müddet. Sonra hüzünlü, gözü yaşlı bir şekilde, gönlü buruk ve arkasına bakarak oradan uzaklaşır. O günkü hüznünü ömrünün sonuna kadar yaşamıştır. 1953 yılında vefat eden Hacı Kerim Oflaz, Bakırlı Köyünde Yukarı Mezarlığa defnedilir. Yaptığımız inceleme ve araştırmalarda Bakırlı köyünden Hacı Kerim Oflaz’dan başka Medine müdafaasına, Hz. Peygamberimiz’in savunmasına katılan başka bir kişi yoktur. Bu köyümüz için büyük bir şereftir, değerdir ama –maalesef- köyümüz bunun farkında değildir. Bugün ise mezarının başında Medine-i Münevvere müdafiisine ve Çanakkale Savaşı gazisine yakışmayan eski bir mezar taşı bulunmaktadır.